Hint Tanrısı Ganesh ve Geçmiş Zaman Mahkumları

Hindistan’a ilk gittiğim zamanı hatırlıyorum. Ayak bastığım andan itibaren sorduğunuz soruların her birinin sizi bir masal ülkesine götürdüğü bir diyara adım atmış bulunuyordum. Daha ayak bastığım o ilk adımdan itibaren soruların hiç tükenmeyeceğini, çünkü bu ülkenin gizeminin bugüne kadar hiç çözülemediğini ve çözülemeyeceğini biliyordum. Gelen cevaplarınsa, hiç biri, tam anlamıyla elinizle tutabildiğiniz cevaplar olmuyordu. Mitolojik, olağanüstü hikâyeler, efsaneler, mucizeler barındırıyordu içinde. O an anladım; Hindistan’da, içinde yasadığım küçük dünyamı kilitleyip, anahtarını dibi balcıkla örtülü bir golün dibine atmam gerekiyordu. Bu yenidünyada anahtara ihtiyaç yoktu, eskisinden kurtulmak, geride bırakmak, bu gizemli dünyanın tüm kapıları ardına kadar acıyordu. O an inanılmaz bir rahatlık ve hafiflik hissettim. Artık gerçek olan, yalnızca dokunabildiğim ya da görebildiğim değildi.

Gerçekler, artık hep acıyı ifade eden ‘Ama Meltem gerçek hayat bu iste’ ibaresinden oluşmuyordu. Hindistan’da her gün bir mucize yaşanıyor, re-enkarnasyon hayatin bir parçası kabul ediliyor-sorgulanmıyor, gece çocuklar uyucuya geçmeden önce anlatılan ve içinde olağanüstü güçlere sahip kahramanların bulunduğu masallar,’gerçek hayat’ kabul ediliyordu artik bu yeni diyarda. Ve ben her ‘bu ne ?’ diye sorduğumda, zincirlerimden, beni esir alan somutlardan biraz daha uzaklaşıyor, eskiden duyacak olsam ’hayal urunu’ diye es geçeceğim kanatlı cevaplar, gerçeğim oluyorlardı. Her cevap, bir kusun çırptığı kanatlar gibi, önce yavaşça sonra hızlanarak beni düşüncelerimin ağırlığından kurtararak, herseyin mümkün olduğu yeni bir dünyaya taşıyordu.

Hindistan’da dolaşırken karsıma en çok çıkan ve merakımı uyandıran, adim bası karsıma çıkan fil baslı, insan vücutlu tanrı heykeliydi.

-‘Bu ne?’

-‘O ‘Ganesh’’

Bu kısa cevabin orada noktalanmayacağını çok iyi biliyordum. Noktalanmadı da…

GANESH’İN HIKAYESİ:

Hindu dininin en önemli tanrısı Şiva ve karısının çocukları olur. Çocuk doğduktan kısa bir sure sonra Sıva savaşa gider ve uzun yıllar dönmez. Bu savaşlar boyunca hep karisini özler, hayalini kurar, döneceği günü hayal eder. Savaşlar sona erince Şiva büyük bir özlemle evinin yolunu tutar. Adımlar adımlarının önüne geçer, ayakları onu sevdiğine otururken adeta birbirleriyle yarışan ve Şiva’yı karısına biraz daha yaklaştıran iki savaşçı gibi olmuşlardır. Şiva evine gelip ta yatak odalarının kapısını açtığı zaman karısını genç bir erkeğe sarılmışken bulur. Karısının bu ihanetinden dolayı öfkeden ve kıskançlıktan deliye donen Şiva, genç erkeğin kafasını kılıcıyla uçurur. Karisi dizlerinin üzerine adeta yıkılır. ‘Şiva ne yaptın’ der. ‘O bizim oğlumuzdu’. Oğulları gecen yıllar içinde büyümüş genç bir adam olmuştu. Bunu hesaba katmayan Şiva, bir anlık öfkesi sonucu kendi kanından olan oğlunu öldürmüştür. Şiva yıkılır. Karisi, Şiva’ya, ne yapmasını ne etmesini ama oğlunu geri getirmesini söyler. Şiva tanrılara danışır. Tanrılar ona tek bir yolun olduğunu söylerler. Şiva evden çıkacaktır. Karsısına çıktığında ilk gördüğü insanin bası, evladının kinin yerine geçecektir. Şiva hemen kendini evden dışarı atar, ancak ilk gördüğü canlı, bir fil olduğu için, Şiva’nın oğlu, fil baslı bir Tanrı olur.

GEÇMİŞ ZAMAN MAHKUMLARI:

Geçmiş zaman mahkûmları için zaman, en mutlu olunan donemde durmuştur. Bir arkadaşımın babasının anlattığına gore; büyük savaşlarda atılan bombalar, düştüğü yerdeki saatlerin hepsini durdururmuş. Saatler öylesine büyük bir sarsıntıyı kaldıramazlarmış. Çoğu kişi, ister ölüm, ister yitirilmiş bir aşk, ister hastalık, ister ihanetle sonuçlanmış bir dostluk olsun, tüm kayıpların ardından ilk gözyaşları yanaklarda süzülüp de kalplerde ve yüreklerde açtığı o derin yaradan sonra, artık geçmişteki mutlu anıların kölesi olmamış mıdır? Kalbin tik tak’leri duyulmaz olmamış mıdır artık?

Tek amaç o eski güzel günleri yasamak, gideni geri getirmek değil midir?

Ancak giden, hiç bir zaman eski haliyle gelmiyor. Gidenin ardından gecen zaman, her gün her saat her saniye, gideni biraz daha tanrılaştırıyor gözlerde. İlahlaştırıyor.

Arada gecen zamanda dökülen gözyaşları, geçirilen acılar, yaşanan sevinçler bir şeyleri değiştiriyor. Giden geri gelse de, hiç bir zaman ayni olmuyor. Giden, masumiyetini , temizliğini, saflığını geride bırakıyor. Geri geldiğinde artık tanımakta zorluk çekeceğiniz bir Tanrıya dönüşmüş oluyor. Her gidiş gelişinde uzuvları biraz daha değişiyor, onu sevme nedenlerinizi kaybediyor , gözlerinize ve ruhunuza her defasında farkı görünüyor.

Geriye yapacak tek bir şey kalıyor… Onunla ilgili anıları gömmek değil. Her gün ziyaret edebileceğiniz bir ANI-T dikmek ama gitmesine izin vermek çünkü geri geldiğinde o hiç bir zaman ayni olmayacak…

Ne yalan söyleyeyim Hindistan’dan hiç dönmek istemedim. Ama döneceğim gün pazardan küçük bir Ganesh heykeli aldım. Hala odamın bir kösesini süslüyor.Anılarımı sevmemi, okşamamı, ama yenilerini yasamaktan korkmamamı soyluyor.Beni yine Hindistan’a cagriyor.

Şubat 2003…

Comments are closed.