Budizm Eşittir Turizm mi?

Hindistan’ın Kuzey’inde yer alan ve Tibet Budizm’inin kalesi olarak adlandırılan  Mc Leod Ganj kasabasının ara sokaklarında dolaşırken bir yandan tepemde gölgeli bir patika yaratan gür çam ağaçlarına bakarak huzur buluyor, bir yandan da üzerinde oyunlar oynayan maymunları seyrediyorum. Gözlerimi aşağıya indirdikçe önce evlerin ve tapınakların çatısında yer alan ve sıra sıra dizilmiş, üzerinde duaların yer aldığı  renkli bayrakları görüyorum.  Beyaza boyanmış ev ve tapınakların pencerelerinden merakla dışarı bakan 4-5 yaşlarındaki çekik gözlü  çocukların ardından en sonunda gözlerimi aşağı indirdiğimde, huzur, yerini tatlı bir hareketliliğe bırakıyor. Dar patikaya kurulmuş tezgahlar, onların üzerinde yer alan Budizm ile ilgili kitaplar, Budist müziğinin özgün parçalarının derlendiği CD’ler, dua çemberleri, ayinlerde kullanılan ziller ve onları satmaya çalışan  Tibet’li Budist satıcılar… Kasabayı ziyarete gelmiş turistlerin hepsi tezgahların üzerine eğilmiş mutluluklarını bu tezgahların üstünde arar gibiler. Kendi şehirlerinde, belki de sokakta dilenen adama yüz vermeyen, iş yerinde çalışan asistanını azarlamaktan geri kalmayan, ikinci yazlık evi için hırsla çalışan ve belki de ailesine vakit ayıramayan yorgun suratlar, bu kasabada Tibet’li Budistlerden geçen , çok bulaşıcı bir virüse yakalanmış. ‘Gülümseme hastalığına’… Mc Leod Ganj’ sokaklarında yürürken, birbirini tanıyan tanımayan herkes birbirine gülümseyerek  ve ellerini göğüslerinin hemen altında birleştirerek selam vermeyi öğrenmiş.

Burada tanıştığımız yabancıların çoğu, tezgahlarda sadece, bu coğrafyayı hatırlamalarını sağlayabilecek bir hatıra veya eşyayı bulma peşlerinde değiller. Aslında kaderin bir şekilde onları buraya gönderdiğini söyleyebilmek mümkün. Sokakta veya tapınakta tanıştığım turistlerin hikayeleri farklı farklı. İçlerinden biri AİDS’e yakalanmış, hayatı sorgulamaya başlayınca da cevabı burada bulacağını düşünmüş. Bir diğeri evladını kaybetmiş… Bir diğeri ise her şeye sahip olduğu halde, bunlarla mutlu olma yeteneğini…. Kısacası herkes yeni bir bakış açısının sağlayacağı yeni bir  hayatın peşinde…

Gündüzleri ana tapınakta Dalai Lama’nın verdiği öğretilere katılarak Budizme daha derin bir noktadan bakmaya başlayan turistler, öğleden sonra aynı kasabada verilen yoga ve meditasyon seanslarına katılıyor, ardından kasabada yer alan resmi astroloji merkezinde geleceklerinde onları nelerin beklediğini öğrenmeye çalışırken, Tibet tıbbının yöreye özgü tamamen doğal tedavi yolları hakkında bilgi edinmeye çalışıyorlar. Akşamları ise arkadaşlarla toplanıp Budizm ile ilgili fikirlerin alışverişi başlıyor…

Hindistan’ın kuzeyinde gezdikçe şunu anlamaya başlıyorum. ‘Gezelim- görelim’ tarzı seyahat yerini ‘Gezelim – Aydınlanalım’a bırakmış. Bugüne kadar Avrupa ya da Afrika’da seyahat eden turistlerle nereleri görüp, neler yaptığımızı konuşurken, burada daha çok neler öğrendiğimizi ve bunun bizi nasıl değiştirdiğini konuşuyoruz.

Herkes döndüğünde hayatında neleri değiştireceğinden bahsediyor. Oysa buradaki gibi sade bir kasabada Budist olmak kolay… Peki ya Boğaz köprüsü trafiğinde?

McLeod Ganj’ı arkamda bırakırken aklımdaki soru buydu…

-BUDİZM’İN YENİ KALESİ:

McLeod Ganj ‘dan sonra Tibet Budizm’ine ilgi duyanların son zamanlarda rotayı çevirmeye  başladıkları son kale ise Ladakh.

1974’te turizme açılmış olması ve nüfus yoğunluğunun dünyadaki en düşük bölgelerden biri olması nedeniyle hala bakir sayılır. Bunun nedenlerinden bir tanesi de Ladakh’ın  sert geçen kışları.  İklim koşulları nedeniyle bu  coğrafya yılda sadece 3 ay ziyaret edilebiliyor. Haziran-Temmuz ve Ağustos. Diğer zamanlarda sert esen kar, bölgenin yollarını bile kapatabiliyor…

Ladakh bölgesi’nin Budizm ile özdeşleşmiş diğer bölgelerinden ayrılan farkı, burada yaşayan halkın, Budist geleneklerini ve Budizmi hayatlarına nasıl geçirebildiklerini yerinde ve üstelik en orijinal haliyle görebilmek.

Ladakh’lıların bir kısmı hala  doktor yerine Shaman’ları ziyaret etmeyi tercih ederken, ölülerini gömmek yerine yüzyıllardır yaptıkları gibi fırınlarda yakıyorlar. Yörede düzenlenen ayinlerde, özellikle yazın düzenlenen birbirinden farklı ve renkli festivallerde, Budist’ler hala yüzyıllık müziklerini hiç değişmeden kullanıyorlar. Özellikle Dung Chen ismi verilen ve boyu 3 metreyi bulabilen nefesli borular geleneksel Tibet müziğinin hala en vazgeçilmez tadı. Ayinlerde Budist Rahiplerin başlarına taktıkları ve Gelugpa olarak adlandırılan sarı şapkalar onların en belirgin giysilerinden biri olmayı sürdürürken, yörenin tek sporu polo ise hala seyirci toplamayı başarıyor. Yüzyıllardır değişmeyen bu geleneklere ilk defa tanıklık eden ben ise, Aziz Nesin’in kitabındaki küçük karakter gibi her gördüğümün üzerine atlıyorum. Mu-ni? Allahtan Budizm’in en baş öğretilerinden biri sabır… Herkes bıkmadan usanmadan sorularımı sabırla cevaplıyor.

“Mu-ni?”

“-O dua çemberi. Budistler üzerinde Buda’nın öğretilerinin yazılı olduğu bu çemberleri belli bir yöne çevirip dua ediyorlar.”

“Pekiii Mu-ni?”

“O yak yağından yapılan çay.

“Hmm peki mu-ni?”

“O Hemis festivali sırasında rahiplerin taktıkları ve Tanrılarla tanrıçaları temsil eden maskeler.

“Peki ya mu-ni?”

“Shey tapınağı”

BUDA İLE TANIŞMAK…

Budizm’in kalesi deyince akla ilk gelen şey yörenin davetkâr tapınakları…

Ladakh bölgesindeki Budist tapınaklar gerçekten de etkileyici. Dışardan baktığımda dayanılmaz bir içeri girme isteği duyuyorum. Hepsi sanki küçük birer Potala Sarayı…

Leh’e 15 km uzaklıktaki Shey Tapınağının içindeki gizemli 12 metre boyundaki buda heykelinin varlığını duyduğumda seçimimi yapıyorum.  Basaklardan üçer beşer çıkmaya başlıyorum. Ardından zorlandığım için hızımı düşürerek teker teker çıkmaya devam etsem de, dizlerimde ufak çapta bir ağrı hissetmeye başlıyorum. Merdivenleri çıktıkça, Shey tapınağı, adeta üzerine düşüldüğü için kendini naza çeken şımarık bir sevgili gibi gittikçe uzaklaşıyor . Ciğerlerim dudaklarımın arasından dünyayı görme çabası içinde! Kalbim ise kulaklarımda atıyor! Basamaklar hala bitmiş değil. Ama ben bundan sonra çıkacağım merdivenlerin, tapınağa çıkan basamaklardan çok cennete çıkan basamaklara dönüşeceğinden endişelenmeye başlıyorum. Nefes nefeseyim, kalbim bin beş yüz atıyor ve ben artık eminim. “ÖLÜYORUM!”

Basamakları heyecanla üçer beşer çıktığımı gören turistlerden biri imdadıma yetişiyor hemen.

“Sen delirdin mi? O hızla, bu merdivenlerden çıkılır mı? Burası Ladakh!”

Ladakh 3500 metrenin üzerinde yer alan bir bölge. Bu yükseklikte oksijen azaldığından buraya gelen turistlerin çoğunda “yükseklik hastalığı” denilen  belirtiler oluşuyormuş..  Ölümcül olan bu hastalığa yakalananlar acil şekilde daha az yükseklik seviyesindeki bölgelere taşınıyormuş. Dolayısıyla kalp ve tansiyon hastalarına bölgeyi ziyaret etmeleri pek de tavsiye edilmiyor.  Benim gibi yüksekliğe dayanabilenlerin yine de dikkatli olması ve vücutlarını yormadan hareket ettirmeleri gerekiyormuş.

Bunu duyduktan sonra geri kalan merdivenlere Akmerkezdeki mağazalar muamelesi çekmeye karar veriyorum.  İki basamak çıkıyorum, durup etrafa manzaraya bakıyorum, sonra iki basamak daha çıkıyorum, derin derin nefes çekip temiz havayı içime çekmeye çalışıyorum. Yarım saatlik bir tırmanış sonunda tapınağa varıyorum. Tapınak sanki terkedilmiş gibi… Uzun süreli seslenmelerimiz sonunda bordo roba sarılmış bir rahip geliyor. Dünya’nın en huzurlu ve içten gülümsemesiyle ellerini göğsünde buluşturup bizi selamlıyor. ‘Buda’ diyorum sonra da ellerimle büyük bir heykeli çizer gibi yapıyorum. Ömer, “ellerimle daha çok “90-60-90 ölçülerinde bir kadını işaret ettin. Hadi bakalım inşallah ne demek istediğini anlamıştır ” diye benimle dalga geçiyor. Rahibin hareketleri ağır ve yavaş… Benim sabırsızlığıma ve heyecanıma bir anlam veremiyor. İçeriden bir odadan bir anahtar alıyor ağır adımlarla yürüyor ve kapıyı açıyor. Buda’nın ihtişamlı heykeli karşımda duruyor…  Fikirleri milyonlarca insanı etkisinin altına alan, hakkında binlerce kitap yazılan, sözleri zamanın ötesine geçen, herkesin mutluluğun anahtarını taşıdığına inandığı,  hatta her yıl binlerce turistin Hindistan’ın kuzeyini ziyaret etmesine neden olan adam karşımda duruyor. Ne kadar uzun bir zamandır Buda’yı bir insan değil de dinin kendisi gibi algıladığımı fark ediyorum. Onca resim, heykel, kabartma arasından onu bir insan gibi görmemi sağlayan tek heykel Shey tapınağındaki oldu.  Elinde anahtarı tutan rahibe bakıyorum. Ona bu heykeli görmemi sağladığı için defalarca teşekkür ediyorum. Aynı dili konuşamasak da ne demek istediğimi anlıyor. Herhalde yüzümdeki ifadeyi başkalarında da görmüş olmalı…

Shey Tapınağı’nının merdivenlerinden iniş daha kolaydı. Tıpkı Hindistan’ın kuzeyinden ayrılırken artık hayatın benim için daha daha baş edilir olduğuna inandığım gibi…

Comments are closed.