Seyahatteki Ben, Şehirdeki Ben

“Seyahatteki Sen’i buraya taşımanın bir yolunu bulmamız lazım” dedi psikitatrım. Üçüncü bir şahıstan bahsediyor gibiydik. Seyahatteki ben gerçekten bu kadar farklı biri miydi. Şehirdeki ben ile karşılaşsalar bir birlerini tanıyabilirler miydi? Birbirlerini severler miydi? Hadi diyelim ki gözleri birbirlerini bir yerlerden ısırdı ve kahve içmeye karar verdiler. Birbirlerine tahammül edebilirler miydi? Her ikisi ne zaman bu kadar farklılaşmıştı ve seyahatteki ben , şehir hayatında neden var olamıyordu. Ona bir uçak bileri, ve kalacak yer versek, atlar gelir miydi? Kimbilir.

Psikiyatr’ıma baktım. “Kendisini çağırırım ama buraya gelir mi bilemiyorum. Önce kendisi ile tanışmamız lazım” dedim. Ona telefon veya e-mail ile ulaşamayacağıma göre , en kestirme olduğunu düşündüğüm yolu denedim. Fotoğraf albümlerimi açtım. Seyahatteki ben’i incelemeye koyuldum ve onu şehirdeki benden bu kadar farklı yapan özelliklerini tek tek dökmeye çalıştım.

-Malezya’nın Sarawak Ormanının derinliklerinde çekilmiş bir fotoğrafıma baktım. Giydiğim kargo pantolon , kalçamı her zamankinden şişman göstermiş, oysa oradayken bunun hiç farkında bile değildim. Sıcaktan ve ormanda doğru dürüst yıkanamamaktan yüzümde çıkan sivilcelere, bir erkeğe benzememe neden olan kafamdaki bandanama ve çamur içindeki ayakkabılarıma baktım. O sabahı hatırlıyorum. İndiana Jones’ın farelerle dolu, tozlu paslı yer altı tünelinden geçtikten sonraki hali bile daha iyi görünüyordu ama benim ilgimi çeken ,  32 dişimin, ve kanal tedavimin olduğu gibi gözüktüğü gülümsememdi. O sabah uyanmış, aynaya bakmadan rast gele bir şeyler seçmiş üzerime geçirmiş, ve 3 dakikadan daha az bir sürede hazır olmuştum. Kimin hakkımda ne düşüneceği umurumda bile değildi. Otelden adımımı attığım andan itibaren sanki görünmezdim.

-Oysa şehirde evden çıkmadan önce 3 farklı aynaya bakıyor (Banyo – oda ve dolap odasından boy aynası) ve kendime TSE belgesi vurmadan sokağa adımımı bile atmıyordum.Seyahatteki Ben’i kıskıvrak yakalamanın ilk yolunu bulmuştum: Seyahatteki ben,aynalardan uzak duruyor.

-İşten çıkmış, aç bilaç bir şekilde 20 pont topuklu ayakabılarımla yürüyorum. Amacım bir kafeye gidip bir şeyler atıştırmak. Ayaklarım ağrıyor hatta hissizleşmeye başlamışlar. Ablamın sesini duyar gibi oluyorum. ‘E giyme şunları sende o zaman?’ ‘Ama güdük duruyorum o zaman’. Can çekişen ayaklarım ama güdük olmayan duruşumla popüler bir kahveye giriyorum. Ve ‘eyvah’ Eski lise arkadaşım Güral orada. Hiç selam veresim yok. ‘nerde çalışıyorsun, evlendin mi , çocuğun var mı?’ Eski arkadaşlarla karşılaşmak demek,  yaşam başarı raporu anketine katılmak demek,. Şu an sınavdan zayıf alacağım kesin.Yorgunum ,  ne selam vermek , ne de konuşmak istiyorum. Stres basıyor. Güral’a en uzak masayı kesiyorum, şuradaki çift te aynı masaya göz koydu sanırım. Hızlı bir hamle ile çantamı masaya fırlatıyorum. Masayı önce ben kaptım . Ne başarı ama!. Güral’ı görmeyecek şekilde arkamı dönük bir şekilde oturuyorum.

-Seyahatteki ben, Roma’da Campo Di Fiore’de gelişigüzel bir kafeye oturdu. Çantasını hiç acele etmeden ayaklarının altına koydu. Botlarının içinde yüzmekte olan ayak parmaklarını, ayakkabının içinde rahatça hareket ettirip her birini ayrı ayrı hissettikten sonra, çantanın üzerine koydu . ‘Sıradan bir çanta, kirlenince yıkanıyor nasıl olsa’ diye düşündü. Yanındaki yabancıya baktı ve ‘siz de turist misiniz?’ diye sordu. Çok geçmeden konuşmaya başladılar. Seyahatteyken, turistler için yaşam başarı raporu, gezdikleri şehirde ne kadar çok şey gördükleriydi. Adamın gittiği her yeri dinledi, not etti, kendi şehir sırlarını paylaştı. Güldüler, eğlendiler. Adam onun telefonunu istedi. Oysa topuklu ayakkabı giymemişti ve son derce güdüktü. Kargo pantolonu ise kalçalarını her zamankinden şişman göstermişti.

Seyahatteki ben, insanların hakkında düşündüklerini hiç umursamıyor…

-Garson geldi. “Her zamankinden mi?” diye sordu. Hiç tereddütsüz “evet” diye cevap verdim.  Menüdeki yüzlerce seçeneğe bakmamıştım bile. O listede benim ısmarladığımdan daha iyileri ve daha kötüleri vardı. Risk almak , pişman olmak istemedim. İnsanı mutsuz etse de bazen alıştığı şey en iyisiydi. En azından alıştığım bir mutsuzluktu ve bu mutsuzlukla nasıl baş edileceğini biliyordum.

-Seyahatteki ben Tayland’ın sokak tezgahlarından birine oturdu. Ayağının altında, kaldırıma çift gidiş gelişli E-5 karayolu muamelesi yapan hamam böceklerine bakmamaya çalıştı. ‘Bu sokak tezgahları temiz midir, hijyenik midir ? “ diye düşünmedi. “E ne yapalım, Altı tarafı 2-3 gün ishal oluruz” diye düşündü. Adam, üstü leke içindeki masama yaklaştı “ balığınızın yanına çekirge ister misiniz?” diye sordu. Seyahatteki ben biraz tereddüt etti sonra büyük bir sevinçle “Çekirge mi? Ömrümde yemedim. Bir tabak dolusu getirin lütfen” dedi. Çekirgenin bacaklarını kopardı, yutmaya çalıştı. Tadından nefret etti. Ama onunla alay eden arkadaşlarına bakarak  gevrek bir kahkaha attı. Eve dönünce dostlarına anlatacağı bir hikaye daha çıkmıştı işte. O derme çatma tezgahta, inceden çalan teypteki, neşeli Tayland ezgisine kaydı dikkati. Garsondan şarkıcının adını öğrendi. Ertesi gün Cd’sini satın aldı.

Seyahatteki ben yeni şeyler denemekten ve risk almaktan korkmuyor…

-Kafeden çıkmış eve yürüyerek dönüyorum. Laptop omzuma ağır geliyor. Bir yandan onu çekiştiriyorum, bir yandan gelecekle ilgili planlar yapıyorum. Ama ibre hep ‘olumsuz’u gösteriyor. Ekonomik kriz olursa programı yayından kaldırırlar mı. Sponsor ları kaybeder miyim.Faturayı ödedim mi? Telefonum kesilirse mahvolurum! Belim ağrıyor , yoksa bel fıtığı geri mi geliyor? Yine iki hafta boyunca yatakta mı uzanacağım. Vs  vs vs.

-Seyahatteki ben, Madrid’de uyanıyor. Bir gece önce hiç plan program yapmamış ‘Nereye gitsem?’ diye düşünüyor. Düşünmekten sıkılıyor. Resepsiyondaki adama soruyor. ‘Nereye gideyim bugün, Sen ne dersen onu yapacağım’. ‘Plaza Mayor’a gidin, bayılacaksınız’ diyor. ‘E haydi bakalım sein dediğin olsun’ diyor. 15 dakika sonra kendini o meşhur tarihi meydandan buluyor. Elinde fotoğraf makinesi, tek amacı şu karşı binayı, önünde güvercinler henüz uçmamışken çekebilmek. Ne bir  dakika öncesi, ne bir dakika sonrası umurunda. O kareyi bir çekebilse, ne yapacağına ondan sonra karar verecek. Belki de vermeyecek. ‘Şik şak’ kareyi çekti çok mutlu. Avare dolaşmaya devam. Şu sokağın köşesini dönünce ne var göremiyor. ‘Ne varsa bahtıma’ diyor. Köşeyi dönüyor..

Seyahatteki ben anı yaşıyor.

Seyahatteki ben ile Şehirdeki ben birkaç hafta sonra bir kafede randevulaşıp buluştular. Şimdilik bir birlerini tanımaya çalışıyorlar. İşe hafta sonlarından başladılar. Seyahatteki ben, Şehirdeki ben’e “Merak etme, yakında hafta içleri de ziyaretine geleceğim ‘ dedi. Şehirdeki ben, yüzündeki  gülümsemeye engel olamadı…32 dişi ve kanal tedavisi göründü…

Comments are closed.