Dünyadan Farklı Çocuk Manzaraları

Dik bir şekilde yeryüzü ile buluşan ve gözlerimi kamaştıran, etrafta gözle görülmeyen ama yakıcı sıcaklığını hissettiren bir yangını andıran güneşin altında oturmuş bekliyordum. Elimde duran ve içinde durduğum ormanın ağaçlarından başka bir şey görmediğim için bundan sonraki yolculuğumda işime yaramayacağını düşündüğüm Malezya haritasını, ince ince katlayarak bir yelpaze haline getirmiş, yüzümde oluşmaya başlayan ter damlacıklarını yeniden ait oldukları yere göndermesini temenni ederek korkak bir rüzgâr oluşturmaya çalışıyor ama bir türlü serinlemeyi beceremiyordum.

“Kano ne zaman gelecek?”

Bu aynı soruyu beşinci soruşumdu. Ama cevap hep aynıydı.

“Az Sonra.”

Haber merkezlerinin vazgeçilmez sloganı, medeniyete dair tek bir işaret göremediğim, (göremediğim için de aslında mutlu olduğum) kuş sesleri ile sinek vızıltılarının birbirine karıştığı bu ormanda ‘saatler’ anlamına bile gelebiliyordu. Kimsenin kol saati takmadığı bu coğrafyada zaman bizimkinden farklı akıyor, ‘sabırsızlık’, herkesin öfke kadar şaşırabildiği bir tepki olarak yüz ifadelerindeki yerini alıyordu…

Derken derme çatma, nasıl sığabileceğimize dair kuantum fiziğinin kurallarını sorgulamamıza neden olabilecek bir kano nehrin kenarına yanaştı…

Motorla çalışan ve bu nedenle biraz esinti sayesinde serinlememize neden olan yolculuğun yanı sıra, kanoya çarpıp oradan yüzümüzü serinleten soğuk su, sıcağın tesirinden biraz da olsun kurtulmamızı sağlıyor. Ama yerini başka bir sıkıntıya bırakıyor. Önümüzdeki bir haftayı geçireceğimiz İban kabilesinin köyünün ve insanlarının neye benzediği, cana yakın insanlar olup olmadığı, bizi benimseyip benimsemeyeceklerine dair olan kuşkularıma…

Nehrin kenarında beliren derme çatma kulübeler yaklaştığımızın işareti olmalı. Sonra bir takım sesler duyuyorum. Neden bilmiyorum ama bu sesleri duyunca yüzümdeki gülümsemeye engel olamıyorum. Rahatlıyorum. Bunlar çocuk kahkahaları. Az sonra onları nehre atlarken, yüzerken, birbirleri ile oynarken görüyorum. Atlıyor çıkıyor tekrar atlıyor çıkıyor sonrada o coğrafya da susamlı simide batırılmış kokteyl şemsiyesi gibi duran beni fark ediyorlar. Kısa bir süre öylece kalakaldıktan sonra var güçleri ile el sallamaya, bana doğru yüzmeye başlıyorlar.

O an içim rahatlıyor. Mutlu çocukların olduğu yerlerdeki insanlardan korkmak yersizdir. Çocuk kahkahaları ile beslenen coğrafyalarda her zaman misafirperverlikle karşılandığımı biliyorum.

Çocuklar nehirden çıkıyorlar. Onların köyüne ziyarete geldiğimi anlamış olmalılar. Ben kano ile ilerlerken, onların nehrin kenarından köye doğru koştuklarını görebiliyorum. Nitekim köye geldiğimizde de bizi ilk karşılayan onlar oluyor. Kimi daha önce sarı saç görmediği için olsa gerek, saçlarımı tutuyor, kimi Fatih’i güçlü kuvvetli bulmuş olsa gerek onun sırtına çıkmaya çalışıyor, kimi ise elimizi tutmaya çalışıyor.

Çantamdan bir polaroid makine çıkarıyorum. Fotoğraf çekiyor ve onlara veriyorum. Bu resim sayesinde artık kesinlikle en sevdikleri ‘Meltem Ablalarına dönüştüm!’

İban’lı çocukların dedeleri başlarındaki tüyler ve vücudundaki dövmelerle zaman tünelinden çıkmış gibiler. İbanlar, ‘kafatası avcıları’ olarak da biliniyorlar. Ancak korkacak bir şey yok çünkü bu, seneler evveline ait bir gelenek.

Bu küçük İban köyünde İban Kültürü yaşlıların sayesinde ayakta duruyor. Gençler geleneksel adet ve yöntemleri çoktan unutmuşlar. Yaşlılar, onları daha sık görebilmek uğruna geleneklerinden türlü fedakârlıklar yapmışlar.

Örneğin içinde yaşadıkları uzun evdeki her hanenin neredeyse bir televizyonu var. Akşam olup da güneş batınca, çocuklar ‘Voltron’u oluşturup diğer Dünya çocukları ile aynı dili konuşurken, dedeler geleneksel İban çalgıları kullanarak yaptıkları müzik ile eğlenmeye çalışıyorlar. Çocuklar evin duvarında dart oynarken, dedeler bambu kamışlar ve zehirli oklar ile avlanmaya çıkıyorlar. Ve çocuklar doktora giderken, dedeler köyün büyücüsünün kapısını çalıyorlar.

Dedeler ile torunların buluştuğu ve her ikisinin de en keyif aldığı anlar ise dedelerin onlara anlattığı gençlik hikâyeleri… Bu hikayeler belki de nesilden nesile aktarılacak ve İban kabilesi bir gün Medeniyete yenilip global köyün bir parçası haline gelse bile, bu hikayelerde yaşama olanağı bulacak…

ÇOCUK ASKERLERİN DRAMI…

Bu İban köyünü terk ederken beni en son uğurlayan yine bu sevimli çocukların kahkahaları. Ancak Dünya’nın başka yerlerindeki çocuklar, onlar kadar şanslı değil.

Savaşın hüküm sürdüğü ülkelerde çocuk kahkahalarının yerini kurşun sesleri alıyor. Hem de çocukların elinde tuttuğu silahlardan çıkanlar!

Sierra Leone, Liberya, Guinea, Kongo, Sri Lanka’daki savaş veya çatışmalarda, okullarından ya da sokakta kaçırılarak ele geçirilen ve Dünyada sayıları 300,000’i bulan bu çocuklar, cephede hep en önde. Aralarında 9 yaşında olanları bile var… Savaş onlar için adeta bir oyun. Beyinleri yıkanmış, kimi zaman uyuşturucularla zehirlenmiş, etraflarında olan bitenin ciddiyetini anlamamış bir şekilde savaşıyorlar. Ellerindeki silahlarla gülerek poz veriyorlar. Liberya’daki savaşta şahsen bulunmuş olanların anlattıklarına bakılırsa, silah bulamayan çocuklar ellerinde silaha benzettikleri kurutma makineleri ile gidiyorlarmış cepheye. ‘Oyun olsun diye…’.

UNİCEF’in bu bölgelerde yoğun bir şekilde çalışması bu yüzden. Açtıkları ‘topluma yeniden entegrasyon’ merkezlerinde bu çocuklar psikiyatristlerin de yardımıyla tekrar eski yaşantılarına kavuşturulmaya çalışılıyorlar… Zor olsa da…

  1. DEFA DÜNYAYA GELEN TİBETLİ ÇOCUKLAR:

‘Eski yaşantılar’ deyince Tibetli’li Budist’lerde kast edilen sadece bu yaşam değil. Hindistan’ın kuzeyinde, Himalayaların eteklerinde görebileceğiniz, bordo roblu saçları kazınmış çocuklardan bazılarının öyküleri adeta bir mucizeye tanıklık etmişsiniz hissi uyandırıyor.

Dalai Lama’nın her Mart’ta Dünya’nın dört bir yanından gelenler için verdiği öğretilerin mekânı olan tapınaktayım. İngilizce’yi muntazam bir şekilde konuşabilen ve yeni tanıştırıldığım Budist rahibin yanında oturuyorum. Mesleğini duyduğumda küçük dilimi yutacak gibi oluyorum. O bir ‘Secret Agent Lama’ yani ‘Gizli Ajan Budist Rahibi’ydı.

O, 007 James Bond gibi görevi gereği silah taşımıyor, adam öldürmüyor. Q’nun hazırladığı teknolojik oyuncaklara sahip değil. Paraşütlerle atlamıyor, Armani takımlar da giymiyor. Ama onun görevi Dünya’daki tüm gizli servislerde olmayan türden: Çin’de doğan ve daha önceki değerli Lama’ların re-enkarnasyonu olarak Dünya’ya gelen çocukları bulup Hindistan’a getirmek.

Daha önceki Lamaların 14. bazen de 15. Dünyaya yeniden gelişleri olan bu çocuklar, geçmiş yaşamlarını hatırlıyorlar. Tibet’ten Hindistan’a resimleri gönderiliyor ve çeşitli ayin ve kendi kültür ve inançlarına özgü testlerle bu çocukların gerçekten o lamanın re-enkarnasyonu olup olmadığı araştırılıyor. Sonuç kesinleşince, Gizli Ajan Lama’larında görevi başlamış oluyor. Ve bu zorlu yolculuğu beraber tamamlıyorlar…

Akşamleyin tepedeki tapınakta düzenlenen ayini, sırtımda kamera malzemelerini taşıdığım sırt çantam, sağ omzumda giderek ağırlaşan kamera tripodu ve sol omzumda fotoğraf makinesi malzemelerimin bulunduğu çantayı taşıyarak takip etmeye çalışıyorum. Ayin tapınağa yapılan yolculukla başlıyor ancak sırtımdaki yüklere daha fazla dayanamayacağımı hissediyorum. Ayaklarım gücünü yitiriyor, nefesim sıklaşıyor ve arada bir durup dinlenme ihtiyacı hissediyorum. Önde yürüyen grubun bayağı gerisinde kaldım. İşin kötüsü, eğer onları gözden kaybedersem geceyi burada, -20 derece soğukta geçirmem gerekecek, çünkü elimde etrafı aydınlatacak bir mum ya da fener yok. Çaresizlik içinde önümde küçülmeye başlayan kalabalığa baktığım sırada elimde bir el hissediyorum. Sağıma bakıyorum. Elinde tuttuğu mum ile zayıf bir şekilde aydınlanan yüzüne bakıyorum. Bu Budist rahip bir çocuk. Eliyle ‘bana çantanı ver’ gibisinden bir hareket yapıyor. En hafif olanı veriyorum. Beraber yürümeye başlıyoruz. Ara sıra dönüp bana bakıyor, en içten şekilde gülümsüyor, elimi tutarak yolda düşebileceğim engebeli yerlere takılmama engel olmaya çalışıyor. Tapınağa vardığımızda, çantamı tekrar bana iade ediyor, iki elini göğsünde birleştirerek bana selam verdikten sonra tekrar içten bir şekilde gülümsüyor. Yüzüne uzun uzun bakıyorum. Bu gözlerdeki anlam ve olgunlukta gerçekten de 15 hayatın yaşanmışlığını görebiliyorum. Bana mümkün geliyor. Ona içten bir şekilde teşekkür ettikten sonra yaşanan farklı hayatları düşünmeden edemiyorum.

Hem şimdiki zamanda hem de geçmiş yaşamlardakini. Keşke çocuklarınkini seçme şansımız olsaydı diye düşünüyorum. Sierra Leone’deki çocuk askerler, yiyecek bir lokma bulamayan aç çocuklar, seks kölesi olarak çalıştırılan Uzakdoğulu küçük kızlar, ve çalıştırılarak sömürülen minikler…Keşke hepsi İban köyündeki çocuklar gibi kahkahalarını tüm dünyaya duyurabilse… Keşke…..

Comments are closed.